Vaktiyle çömlekçinin yanında çalışan bir çırak, kalfa olup artık kendi başına bir dükkân açmak isteyince ustası ona: “Sen” dermiş, “Daha bu işin püf noktasını bilmiyorsun, biraz daha emek vermen gerekiyor.”
Kalfa dinlememiş ustasını ve açmış dükkânını.
Açmış açmasına ama yeni dükkânında güzel güzel yaptığı testiler, küpler, vazolar orasından burasından yarılmaya, yer yer çatlamaya başlamış.
Bir türlü bu çatlamaların önüne geçemeyen kalfa, ustasına gidip durumu anlatmış.
Usta, “Haydi geç bakalım tezgâhın başına da bir testi çıkar. Ben de sana püf noktasını göstereyim” demiş.
Eski çırak merdaneyi döndürüp çamura şekil vermeye başladığında usta önünde dönen çanağa arada sırada “PÜF!” diye üfleyerek zamanla testiyi çatlatacak olan bazı küçük hava kabarcıklarını patlatmış.
Her sanatın incelik gereken nazik kısmına da o günden sonra PÜF NOKTA’sı denilmeye başlanmış.
Hikayede anlatıldığı üzere her mesleğin incelik gerektiren hassas bir püf noktası var ve benim için “bu işin püf noktası demek buymuş” dediğim olay birkaç yıl önce yaşandı.
Bir banyo aksesuarları markasının reklam seslendirmesi için seslendirmen arkadaşlarla Beşiktaş’ta bir stüdyoda buluştuk.
Reklam filminde iç sesleri biz konuşacaktık ve sonunda üstad Şahin Çelik dış ses okumasını yapacaktı.
Hazırlanmamız için metin bir gece öncesi gönderilmişti ve dış ses kısmını da prova etmiştim.
Şöyle bir cümle vardı. “Nasıl bir banyo düşlediğinizi çok iyi biliyoruz.”
Bu cümleyi gece boyunca farklı tonlamalarla belki yüz kere okumuştum ama ertesi gün o cümleyi Şahin Çelik “Nasıl bir banyo düşlediğinizi çook iyi biliyoruz.” diye yorumlayınca,
oraya eklediği fazladan bir “0” harfinin aslında aldığı ücretin sonuna eklediği fazladan bir sıfır olduğunu anladım.
Okumayın, anlatın,
Anlatmakla kalmayın, yaşatın.
Ve mutlaka bir sesli imzanız olsun ve onu her işinizin altına atın.